Bundan böyle her sabah yeni bir yazı yazacağım. Umarım hepimiz için keyifle ilerleyen bir süreç olur.
İlk yazının konusu kapsayıcı bir şey olsun istedim. Müzikle ilgilenenin okuyabileceği, ilgilenmeyenin de merak edebileceği bir konu; müzisyen olmak.
Genç arkadaşlar bana Instagram üzerinden “abi tek işin müzik mi?”, “müzisyenlikle hayat geçer mi?”, “müzik mi okuyayım?” gibi soruları çok soruyorlar.
Müzik benim tek işim. Yaparken akışta olabildiğim tek iş. Ama müzisyenlik değil. Bir orkestrada, bir barda ya da otelde çalma işinin müzik yapmakla doğrudan bir bağlantısı yok zira. O yüzden 2007 ile 2022 yılları arasında yaptığım sürekli/yevmiyeli bar müzisyenliği işini artık yapmıyorum. Bahsettiğim zaman diliminde beni o işin içinde tutan diğer dinamikler, işin sürdürülebilir olmadığına dair fikirlerimi bastırdı ama bir noktada bastırılan her şey gibi büyük bir enerjiyle yerinden çıktılar.
Müzisyen olmak tarihin her döneminde zordu sevgili okurlar. Quadrivium’dan, Platon’dan hatta Pisagor’dan bu yana yaşamda matematiğin bir kolu olarak kendine yer bulan müzik; icra kısmına gelindiğinde kendisine aynı saygın yeri bulamıyordu. Toplumun alt tabakasında yer alan jonglörlük, soytarılık gibi işlerle aynı sınıftaydı müzik icracısı olmak. Yani ülkemizde istek şarkısı çalınmadı diye hakarete uğrayan, vurulan müzisyenin ve büyük toplumsal felaketler olduğunda ilk durdurulan müzik icrasının kaderi, zaten asırlar öncesinden çizilmiş. Tarih tekerrürden ibarettir.
Ben de bunların tamamını müzisyenlik hayatım boyunca yaşadım. İşler yolunda giderken bir anda “senin hakettiğin para bu” dendi, kendilerini reddettiğim işletmeciler tarafından tehditler aldım, çalıştırılmadım, müzisyen arkadaşlarım kendi işlerine bir zeval gelmesin diye ölü taklidi yaptılar, gittiğim otelde bana “müzisyenler oraya oturamaz, şunu içemez, şurada yemek yer” vs dendi, kıymeti işvereninden ya da tanıdıklarından menkul bir sürü insanın filtresiz ve ütopik düşünceleri, hatta davranışlarına maruz kaldım. Bunları uzun uzun anlatırım bir yayında. Neyse. Bir süre sonra cover çalma işi de beni içten içe tüketti. Artık yaptığım işi değiştirmek, mevcut halimle hor görülmediğim, kıymetsiz hissettirilmediğim ve üreten, kendini gerçekleştiren bir konumda hissedebileceğim bir forma geçmem gerektiğine ikna oldum ve nihayetinde tüm bunlar beni canlı müzik işinden tamamen dışarı itti.
Müzik yapmanın, müzisyen olmanın bir barda çalmakla doğrudan bir ilişkisi yok ama var zannediyoruz. Bar müziğinde müzisyenin yeri, Cumartesi gecesi 1000 kişiye çalan, pür dikkat izlenen, hayran olunan, narcissus tozları üfleyen bir körüğün ucundaymış gibi görünse de, nerdeyse garsonlarla aynı yerde. Hatta garsonlar biraz daha üstte olabilirler. Bunu sahnedeki herkes biliyor ama öyle değilmiş gibi bir persona oluşturup, bu personaya kendileri de hayranlık besledikleri için; bundan çıkış yok gibi görünüyor onlar için. Bunlar varsayım değil bu arada, yaşanmış gerçeklerin birinci ağızdan aktarımı. Ben de bu roller coster’a bindim uzun bir süre. Kontrolden çıkmadan önce de yavaşladığı bir noktada atladım. İnmek çok mümkün değil, durmuyor çünkü.
Günün sonunda kendine ait bir değer, bir fark yaratmayan herkes bu bitimsiz hız treninde sonsuza kadar gitmekle cezalandırılmış gibi geliyor bana. İnsanın hayatını sürdürebilmek için tek motivasyonu para ya da parazitlik olmamalı. İnsan, nasıl yaşayacağına dair düşünmeli, bu düşünce seanslarından sağalttığı bilgileri bir yere yazmalı, bakmalı, onun da üzerine düşünmeli. Ben ne yapıyorum, nasıl bir hayat yaşıyorum demeli. Kendine vermeye korktuğu cevaplardan kaçan herkes bu ateşe odun olmaya devam edecekler.
Yarın görüşmek üzere.