Bizi biz yapan şeylere alışkanlık diyoruz sevgili okurlar. Neyi tekrar ediyorsanız, osunuz.
Şimdi konuyu buradan direkt pratik yapa yapa gitarist olunura bağlamayayım, yavaş yavaş geleyim o noktaya.
Gün içinde yaptığımız küçük şeyler, günün sonunda birikiyor, bu günlük birikimler hafta sonunda bir başka birikime dönüşüyor. Bu birikimleri aylık ve yıllık bazda düşündüğümüz zaman elimize oldukça tatmin edici bir sonuç çıkıyor. Ama pek çoğumuz birikim yapmak ya da bir şeyi “yetiştirmek, geliştirmek” konusunda yeterince sabır sahibi olmadığımızdan; o tatmin edici sonucu göremeden vazgeçiyoruz. Bilin bakalım kimler vazgeçmiyor? O imrendiğimiz kişiler var ya, işte o.
Çocukken yaşadığımız yerdeki komşularımız serada (biz cam deriz Antalya’da) domates yetiştiriyorlardı. Eylül ayı gibi başlayan tohum atma işi, gübresi, ilacı derken kış geliyor, topraktan fideler filizleniyor, tırmanacakları ipler çekiliyor fakat o da ne; kışın “don” oluyor. İnsanlar domateslere don vurmasın diye gece kalıp seraların içinde soba yakıyorlar, bu bazen gecelerce sürebiliyor. Bu sırada herhangi bir hastalık vurmadığını farz ediyoruz bitkiye. Yavaş yavaş yaz gelmeye başlıyor ve büyüyen yeşil domatesler kızarmaya başlıyorlar. Olduktan sonra da tek tek (!) toplanıp -ki 3-5 dönüm seradan bahsediyoruz burada-, kasalara konup, önce sebze meyve haline, oradan da sizin marketinize ya da pazarınıza geliyor. Yani sizin kahvaltıda ya da yemekte kestiğiniz, bazen yarısını attığınız, sapını kopardıktan sonra yeşil kısmını yemediğiniz o domatesin sizden önce en az 8-10 aylık zorlu bir yolculuğu ve bu yolculukta ona eşlik eden yetiştiricileri var. Oranın insanı bu domatesin çekirdeğini, sapını yer, suyunu içer, asla ziyan etmez. Ben de öyleyim. Zira o süreci gördüm, toplanma aşamasında traktör kullanarak onlara yardım bile etmiştim onlara.
Şu tüketim toplumu klişesi var ya hani? Bu açıdan tekrar bakın konuya. Bir domatesin yetişmesi gibi, bir çocuğun büyümesi, bir evin inşası, bir şarkının yapımı, bir gitaristin gelişmesi… Bunlar zaman alan ve bugün elimize net bir şey geçmemesine rağmen; yapıldığında ancak işe yarayacak şeyleri yaparsak gerçekleşecek şeyler. Çocuk 8 aylık oldu, kaldırmaya çalıştık ayağa, kalkamadı. Bundan bişey olmaz diyip bırakıyor muyuz yürümeyi öğretmeyi? Ananız babanız böyle yapsaydı nice olurdu haliniz sevgili okurlar? Yok. Her gün deniyor çocuk kalkmayı. Düşüyor, bazen oluyor bazen olmuyor ve neticede bir gün yürümek artık mevzu dahi olmuyor. Çünkü sürekli ve küçük tekrarlarla gelişti bu süreç.
Gitar çalma, egzersiz yapma, müzik öğrenme işi de aynen böyle. Eğer “bana bi faydası olmuyor ya bu 1-2-3-4 etüdünün” diyip çalışmadan geçiyorsanız, eksi yönde bir alışkanlık inşasına giriyorsunuzdur. Kötü alışkanlıklar iyilerden çok daha hızlı öğreniliyor bu arada. Yıkmak yapmaktan daha kolay ya hani, oradan hissedin kıssayı.
TAMAM BE YETER ARTIK, NABICAZ ONU SÖYLE! dediğinizi duyar gibiyim sevgili kızarlar. Şöyle;
James Clear’in Atomik Alışkanlıklar ya da Charles Duhigg’in Alışkanlıkların Gücü adlı kitaplarını alın, okuyun, bu anlattıklarımın hepsini bilimsel bir takım araştırmalara dayandırarak nasıl ispatlamışlar sizler de şahit olun, sonra gelin konuşalım.
Ne diyor Aristo? Ev yapa yapa mimar, kitara çala çala kitaracı olunur diyor.
Kafanızı kaldırıp duvarın ardını görün artık guzum, üzmen kendinizi.
Yarın görüşürüz.